Türkiye, Avrupa Birliği ve Sivil Toplum: Tamamlanmamış bir devrim

Türkiye’deki insan hakları örgütleri genellikle emperyalistlerin parasını kullanmakla suçlanıyor. Günahkâr ilan etmek çok kolay ama şu soruya cevap verebilen yok: STK’lar sınırlı sayıdaki yerel fon ile nasıl faaliyetlerini sürdürecekler?

2004’ten beri, insan hakları grupları da dâhil, Türkiye’de yer alan tüm STK’lar Avrupa Birliği’nin hatırı sayılır fonlarından yararlandılar. 1997’de Türkiye AB genişleme çerçevesine resmen dahil edildi. . 2004 itibariyle de Katılım Öncesi Mali Destek Programı (IPA) aracılığıyla Türk STK’lar AB’den fon alabilmeye başladılar. O zamandan beri başta STK’lar olmak üzere, Türkiye’deki üniversiteler, KOBİ’ler ve şirketler AB hibeleri ile tanıştı; projeler üretti.

Türkiye’de AB ile müzakerelerin başlaması, tıpkı soğuk savaş sonrası Balkanlar’daki gibi, bir STK Burjuvazisinin ortaya çıkmasına yol açtı mı? Daha önce platform olarak hareket eden bazı grupların, IPA’nın sadece STK’lara sunduğu hibelerden faydalanmak amacıyla sivil toplum örgütlenmelerine yöneldikleri iddia edilebilir. Ancak bu grupların AB’den hibe alabilmek için temel amaçlarını değiştirdiklerini söylemek yanlış olur. Balkanlar’da, 2000’lerin başında AB odaklı olarak çalışan STK’ların sayısının gözle görülür biçimde artmış olduğunu biliyoruz. Oysa Türkiye’de AB uyum sürecinin yavaş ilerlemesiyle beraber, AB meselelerine yoğunlaşan STK’ların sayısı sınırlı kaldı.  

Bu süreç dâhilinde, sivil toplumu desteklemek adına Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği, 2004 yılında AB desteği ile STK’ların kapasite geliştirmesini desteklemek ve onları mevcut hibe programları ve bu programlara başvuru ile ilgili bilgilendirmek üzere kuruldu ve Türkiye genelinde halen aktif olarak faaliyet gösteriyor. Bu arada bir parantez açıp belirtmek gerek ki, AB hibelerinden en çok yararlanan şehirler İstanbul ve Ankara gibi metropoller değil. Örneğin, Gaziantep, AB hibelerinden en çok yararlanan şehir olarak önde gözüküyor.

Avrupa Fonlarının Etkileri

AB sürecinin STK’ların idari ve mali kapasitesinin geliştirilmesinde önemli bir etkisi oldu. Sürekli finansman sıkıntısı yaşayan yereldeki küçük ve orta ölçekli STK’lar, AB hibeleri ile projecilik kültürü ile tanıştılar.

Fakat AB’yi ulusal alandaki fon imkânlarının neredeyse yok denecek haline bir çare olarak gören sivil toplum örgütlerinin bu sefer de karşısına AB tarafındaki bürokratik ve idari engeller çıktı.

Örnek vermek gerekirse, 2004 yılından önce, tipik bir STK gönüllülük temeline dayanırdı. AB fonları gelmeye başladıktan sonra bu kuruluşlar ister istemez kurumsallaşmak zorunda kaldılar. Proje başvuruları İngilizce olmak zorundaydı, STK’lar yüksek miktarda bütçeleri yönetecek idari ve eş-finansmanı sağlayacak mali  kapasiteleri olduğunu göstermek durumundalardı.  Tüm bunlar genelde hiç bordrolu çalışanı olmayan STK’ları gönüllüler yerine projelerde çalışmak üzere profesyonelleri işe almaya mecbur etti. 

Zamanla birçok STK, AB projelerinin yoğun bürokrasisinden, ağır yönetim süreçlerinden ve raporlama zorunluluklarından yoruldu. Ayrıca daha çok yerel grup ilgi gösterdikçe, Avrupa fonları için gittikçe artan rekabet de bu yüke eklenmişti. 

Bünyesinde dil bilen bir çalışan barındıran STK’lar ise zamanla yurt dışından başka ilişkiler kurup farklı dış kaynaklı fonlara da yöneldi. Bunlara bir örnek göstermek gerekirse Nevşehir’de bir kadın dayanışma derneği olarak faaliyet gösteren KAPKAD, AB’nin yanı sıra Global Fund for Women, National Endowment For Democracy, Kanada Büyük Elçiliği ve Chrest Vakfı gibi farklı kurumlar ile işbirliği içinde de projeler gerçekleştiriyor.

Yeni Finansman Arayışları

Bugün, STK’ların yeni iş modelleri yaratmaları bir mecburiyet.  

Türkiye’de genel anlamda STK’ların faydalanabileceği finansman kaynaklarına baktığımız zaman yerel kaynakların çok kısıtlı kaldığını görüyoruz. Böyle bir ortamda STK’ların yeni iş modelleri yaratmaları bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor. Yerelde bunun en enteresan örneği Bolu’daki Bolu Bağışçılar Vakfı (BBV). BBV, çeşitli hayırseverlerden, yerel kurumlardan, yerli ve yabancı fon kaynaklarından bir havuzda topladığı parayı, yerel proje çağrıları ile Bolu’da yerel sorunlara ve ihtiyaçlara cevap verebilecek olan proje sahibi kurumlara ve kişilere hibe olarak veriyor. Bir anlamda yerelden toplanan para yerelde harcanıyor ve ortak bir fayda sağlanıyor. Bu süreçte de BBV’nin bu modeli oturtmasına, Türkiye’de STK’lar için daha destekleyici bir yasal ve mali ortam tesis edilmesini amaçlayan Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı destek oluyor.

Kalkınma mı Sosyal Fayda mı?

Yakın dönemde, Türkiye’de AB modelinden esinlenerek kurulan Bölgesel Kalkınma Ajansları ise STK’lar için yeni bir fon fırsatı yarattı. Kalkınma Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan bu birim 1.500.000 TL’ye kadar hibe desteği sağlıyor.  Ancak yapılan projenin öyle veya böyle, sosyal fayda değil uzun vadede de olsa ekonomik fayda sağlaması gerekliliği özellikle hak temelli çalışan STK’ların bu fonlardan yararlanamamalarına neden oluyor.

Bir yandan da özel sektörün sağladığı fonlar oldukça kısıtlı. Sabancı Vakfı gibi Türkiye’nin önde gelen holdinglerinin kurdukları bazı vakıfların STK’lara yönelik çok kısıtlı sayıda fon programları bulunuyor. Bu noktada, sosyal meselelere odaklanan diğer muteber vakıfların yerel STK’lara fon sağlamak yerine kendi projelerini yürüttüklerini belirtmek gerekir. Sosyal meseleler için ise yerel STK’larla ortak proje üreten pek fazla şirket yok.

Sosyal girişimler

Tüm bunları göz önüne alınca, insan hakları konularında çalışan STK’ların yabancı fonlara dönmek zorunda olması şaşırtıcı değil.

Bağımsız yerel fonlar ve yabancı fonları elde etmenin getirdiği sıkıntılar bize Türkiye’de STK’ların finansman modellerini yeniden düşünmeleri gerektiğini gösteriyor. Böyle bir ortamda STK’lar, hibe başvurularının ötesine geçmeli, yurtdışından gelecek fona bağlı kalmaktansa sürdürülebilir modellere yönelmeliler. Sağlam bir paydaş analizi yaparak, fon bulmanın yeni yollarını keşfetmeliler.

Dünyadaki trendleri de göz önünce bulundurursak, sıfırdan kar amacı güden yapılar olarak kurulan sürdürülebilir sosyal girişimcilik yapıları, şimdiden sosyal değişime katkıda bulunma konusunda iddialı. Özellikle ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçlarla eş düşen finans modelleri, sürdürülebilir ve profesyonel bir düzlemde bir araya geldiklerinde, sosyal değişim için yeni kaynaklar sağlamak mümkün olacak.